Eski Türk İnançlarında Yaralı Geyik: Şans mı, Kötü Bir Alamet mi?

İzmir’in Kemalpaşa ilçesinde ayağı kırılan bir geyik bir fabrikaya sığındı. Fabrikadaki işçilerin durumu bildirmesi üzerine yaralı geyik tedavi edilmek üzere görevliler tarafından alındı. Bu olay sosyal medyada geniş yankı bulurken yaralı geyiğin anlamı üzerine de birçok yorum yapıldı. Peki Türk mitolojisinde geyik ne anlama geliyor? Yaralı geyiğin sembolik anlamı nedir?

yarali geyik

Eski Türk inançlarında geyiğin özel bir yeri vardır. Geyik, kutsal bir hayvan olarak kabul edilirdi ve atalarımız için önemli bir ruhsal bağa sahipti. Geyiğin avlanması ya da etinin yenmesi hoş karşılanmazdı. Geyik ile kurulan temas, genellikle şansın ve olumlu olayların habercisi olarak görülürdü. Ancak, yaralı bir geyik görmek ise tam tersi, kötü bir alamet sayılırdı. Peki, yaralı bir geyik görmek gerçekten kötü bir işaret mi?

Eski Türk Kültüründe Geyik ve Anlamı

türk mitolojisinde geyik

Türk mitolojisinde geyikler, doğa ve ruhlar âlemi arasında bir köprü olarak kabul edilirdi. Geyikler, Tengri ve Umay gibi tanrılarla ilişkilendirilirdi. Dolayısıyla, bir geyiğin insanla temas kurması, genellikle tanrıların bir mesajı olarak değerlendirilirdi. Özellikle yaralanmış bir geyiğin ortaya çıkışı ise farklı bir anlam taşır. Bu durum, tanrıların öfkesini işaret eden büyük felaketlerin habercisi olarak kabul edilirdi.

Yaralı Geyik: Kötü Alamet Mi?

geyik simgesi

Geyik, Türk toplumunda kutsal bir hayvan olduğu için yaralanmış bir geyik görmek birçok kişi tarafından olumsuz bir işaret olarak kabul edilmiştir. Tengri ve Umay'ın öfkesi ile ilişkilendirilen bu olay, büyük belaların habercisi olarak görülür. Eski Türk kültürüne göre yaralı bir geyiğin yardım istemesi, insanlara yaklaşması tanrıların öfkesini yansıtır. Tarihte Makedonya dağlarında yaşanan benzer bir olay, Jön Türk Devrimi sırasında da görülmüştür. O dönemde bir geyik askerlerle temas kurmuş ve devrimin başarıya ulaşacağını müjdelemiştir.

Ancak İzmir’de yaşanan bu yeni olay, tarih boyunca yaşanan diğer olaylardan farklı olarak felaketlerin habercisi olarak yorumlanıyor. Yaralı bir geyiğin ortaya çıkması, bir dönem sona erdiğinde ya da büyük bir değişim yaşanacağı zamanlarda görülen sembolik bir işarettir. Türk mitolojisinde bu tür olaylar genellikle büyük siyasi ya da toplumsal dönüşümleri beraberinde getirir.

Geyik Görmek Şans mı?

geyikli halı

Sonuç olarak, bir geyiğin görülmesi şanslı bir olay olarak kabul edilse de yaralı bir geyik, kötü alamet olarak algılanır. Eski inançlara göre, bu tür bir olay büyük felaketlerin habercisi olabilir. Günümüz modern dünyasında bu tür olayların nasıl yorumlanacağı ise kişisel inançlara bağlıdır. Ancak eski Türk mitolojisi ve inançlarına göre yaralı bir geyik görmek, mutlaka dikkat edilmesi gereken bir işarettir.

Prof. Dr. Mim Kemal Öke, Yaralı Ceylanlar Külübü ile ilgili yapılan bir röportajda bu konuda şunları anlatır.

- Türk mitolojisinde geyik başlı başına bir araştırma konusudur. Ona temas edeceğiz ama sanıyorum, diğer uygarlıklarda da geyik mitosunu görmek mümkün.

Doğrudur; Çin’den İskandinavya’ya geyik, masalların başkahramanıdır. Nasıl olmasın ki! Geyik; estetik bir yapıya sahiptir. Güzeldir, büyüleyici bakışları vardır. Hassastır, alıngandır, ürkektir. Doğanın nazenin sakinidir, o.

Fakat zaman içinde bu mistik yaratık, Noel Baba’nın hediye katarına bağlanarak, Tüketim Toplumu’nun alışveriş çılgınlığına alet edilmekte. (Gülüşmeler) Şimdiki nesiller, geyik deyince Noel Baba’yı hatırlıyorlar!..

 Geyik de dünyevîleştirildi, sonunda. Sihrini yitirdi, desenize!..

Maalesef.

Geçmişe dönelim. Diğer uygarlıkları bir yana bırakıp kendi mitolojimize bakalım. Geyik, Orta Asya’dan beri sihirli “ongun”umuzdur, bizim.

Evet, “ongun”, amblem anlamında. Geyik, avlanması zor olduğu için bir yerde “ulaşılmaz” sayılmıştır. Öldürmesi güç olduğu için de ölümsüz sayılmıştır. Her iki unsur da birleşince geyiğin kutsal sayılması kaçınılmaz hale gelmiştir.

İslam öncesi Türk halkları için geyik, Tengri’nin (=Tanrı’nın) hayvanıdır, yani Tengri’nin, geyiği çok sevdiğine inanılırdı. Öyle ki, Kuzey Asya Türk budunlarının efsanelerine bakılırsa Tanrı, geyiğin ağladığını görmüş, üzülmüş ve O da geyikle birlikte ağlamıştır.

Benim de okuduğum kaynaklara göre geyik, Altay mitolojisinde göklerin ruhunu yere taşıyan, hatta onu dünyamızda yaşatan bir canlı varlık olarak karşımıza çıkmaktadır.

O nedenle, geyiğin insanoğluna bereket, huzur, uğur ve şifa getirdiği kaydedilmektedir. Geyiği görmek, o topluma pozitif enerji yüklermiş. Şamanlar, geyik boynuzunu hastalıkları gidermek için kullanırlarmış.

 Kırgız romancı, Cengiz Aytmatov’un “Beyaz Gemi” adlı kısa romanını hatırladım.

Evet, orada “Boynuzlu Maral Ana” diye bir kahraman vardır. Gençliğimde ben de okumuştum.

Öyküde, Kırgızlar baskına uğrarlar. Düşmanları hepsini kılıçtan geçirir. Geriye sadece iki çocuk kalır. Bu çocukları yaşlı bir kadın öldürmek üzere iken Boynuzlu Maral Ana belirir, bir anda. Çocukları kurtarır. Onları uzak bir diyara götürür. Issık Göl civarına götürür. Onları emzirir, büyütür ve korur. Daha sonra bu çocukların da çocukları olur ve böylece Kırgızlar tarih sahnesinden silinmezler.

 

Geyik, bu çerçevede “koruyucu ruh” olarak görülmektedir, anlaşılan. Sadece, bu yönüyle değil, geyik; aynı zamanda tehlike anında bir “kurtarıcı”dır; halkı en dar zamanlarında iyiliğe götüren de bir kılavuz olarak karşımıza çıkacaktır. Mesela, Hunların atalarına Azak Denizi bataklıklarında rehberlik eden de bir geyikti.

Ziya Gökalp’in Ergenekon öyküsünde aynı temaya yer verilir. İlhanlılar zamanında düşmandan kurtulan iki kızı Alageyik alır, dört yanı dağlarla çevrili yeşil bir bağa ulaştırır. Buraya yerleşirler ve çoğalırlar.

 

Dahası da var, herhalde… Geyik, insanoğlunu Tanrısıyla buluşturan bir kutsal yol göstericidir. Yine o devrin masallarında bir bahadır avlanırken, karşısına bir geyik çıkar. Bahadır, onu kovalamaya başlar. Geyik kaçar, o kovalar; sonunda baştan başa bakırdan yapılmış bir dağa ulaşırlar. Dağ yarılır, buradaki koridordan içeri girerler. Geyik kaybolur, avcının karşısına Yedi Tanrı (Kuday) çıkar. Mağara, kutlu bir mekân; geyik de Tanrı’nın elçisidir…

 

İşte, bu sebeple olsa gerektir, geyik avlamak hoş görülmez. Yasaktır, halk indinde… Uğursuzluk getirir. Avcı lanetten kurtulamaz.

Bir de bunun dinî bir boyutu da vardır.

Hz. Peygamberimizin devr-i saadetlerine gidelim. Mekkeli müşrikler daha yeni irşad görevine başlamış İki Cihan Serverini tacize yeltenmekteler. Hakaret ediyorlar, alaya alıyorlar, tekme tokat girişiyorlar, o kâmil insana. Hani Çağrı filminden hatırladığımız amcası, bir yerde de güçlü kuvvetli ve de yürekli oluşuyla koruyucusu olan Hz. Hamza, o sıralarda şehir dışında, avdadır.

Kâfirler, fırsatı ganimet bilmişlerdir, zâhir!

Hz. Hamza, önüne çıkan geyiği kovalamakta… Bir ara geyik dile gelerek, kendisini kovalamaktan vazgeçmesini, Mekke’ye dönmesini, orada kendisine ihtiyaç olduğunu ihtar eder. Bunun üzerine şehre dönen Hz. Hamza durumu görür, tacizci müşrikleri dağıtır ve Peygamberimizi kurtarır.