Yahya Kemal ve Celile: Sessiz Gemi'nin Ardındaki Aşk Hikayesi

Celile Hanım ve Yahya Kemal'in unutulmayan aşk hikayesi, Nazım Hikmet'in annesinin yaşadığı büyük aşk ve ayrılıkların izleri. Paris'te başlayan bu hikaye, kıskançlık ve içsel çatışmalarla dolu, edebiyat dünyasına damgasını vurmuş bir aşkın serüvenidir.

Yahya Kemal ve Celile: Sessiz Gemi'nin Ardındaki Aşk Hikayesi

Yahya Kemal ve Celile Hanım, Türk edebiyatında en çok konuşulan aşk hikayelerinden birine sahipler. Bu hikaye, bir yandan aşkın tutkulu ve yıkıcı yönünü gözler önüne sererken, diğer yandan da toplumsal değerlerin aşk üzerindeki baskısını gösteriyor.

Yahya Kemal, dönemin en önemli şairlerinden biriydi. Celile Hanım ise güzelliği ve zekasıyla dikkat çeken bir ressamdı. İkili, 1916 yılında bir Bektaşi dergahında tanışır ve kısa sürede birbirlerine aşık olurlar.

Ancak bu aşk, toplumsal değerlerin baskısı altında gerçekleşmektedir. Celile Hanım, evli ve iki çocuk annesidir. Yahya Kemal ise Celile Hanım'ın oğlu Nazım'ın hocasıdır.

Bu engellere rağmen aşkları giderek büyür. Celile Hanım, eşinden ayrılır ve Yahya Kemal ile birlikte yaşamaya başlar. Ancak bu birliktelik, uzun sürmez.

Nazım Hikmet, annesinin Yahya Kemal ile olan ilişkisine şiddetle karşı çıkar. Bir gün Yahya Kemal'in ceketinin cebine, "Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremezsiniz" yazılı bir not bırakır.

Notu okuyup beyninden vurulmuşa dönen şair tam o anda çok sevdiği Celile Hanım ile arasına mesafe koymaya karar verir. Zaten halihazırda evlilik fikrinden korkmakta ve ne kadar aşık olursa olsun bu ilişkiyi her bakımdan yanlış bulmaktadır. Nitekim çevresindeki insanların baskısı da üzerine üzerine gelince sevgilisinin evine bir daha gitmez. Onu büyük bir ümitle bekleyen Celile Hanım ise şöyle bir mektup yazar:

Bugün Pazar. Belki gelirsin diye 3 vapurunu pencerede bekledim. Gelmedin mahzun oldum... Verdiğin konferansa gelmedim, kalabalıktır memnun olmazsın diye fakat hep aklım sende idi. Çok çok göreceğim geldi… Beni niye aramadın? Sana gücendim canımın içi, pek göreceğim geldi… Ben o günden beri, yani Salı gününden beri evdeyim. Dikiş dikiyorum. Evimiz için çalışıyorum…”

Celile Hanım ne yaparsa yapsın ne yazarsa yazsın sevgilisini bir türlü ikna edemez ve hayalini kurduğu o evlilik de asla gerçekleşmez. Artık net bir şekilde imkansız olduklarını anladığında da Yahya Kemal’e veda ederek resim çalışmaları için Paris’e gider. Yahya Kemal ise hazin bir şekilde yarım kalan bu aşkın ardından o meşhur “Sessiz Gemi” şiirini kaleme alır:

               

               Artık demir almak günü gelmişse zamandan

               Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

               Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol

               Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol.

               Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli

               Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli,

               Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!

               Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.

               Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;

               Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.

               Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,

               Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.

 

(Şiir daha çok ölümle ilişkilendirilse de aslında şairin sevgilisi ile yaşadığı ayrılığı ölüm gibi görmesi nedeniyle bu şekilde ortaya çıkmıştır.)

Bu olay, Yahya Kemal'in Celile Hanım'a olan aşkını bitirir. Bir gün Celile Hanım'a bir mektup yazar ve onunla evlenemeyeceğini söyler.

Celile Hanım, Yahya Kemal'in bu kararını kabullenemez ve Paris'e gider. Yahya Kemal ise İstanbul'da kalır.

Bu olaydan sonra Yahya Kemal, hiçbir kadınla evlenmez. Hayatının sonuna kadar yalnız yaşar.

Celile Hanım ise Paris'te bir süre yaşadıktan sonra İstanbul'a döner. Oğlu Nazım Hikmet, Türkiye'de tutuklanır ve uzun yıllar hapishanede kalır. Celile Hanım, oğlunun hapisten çıkması için mücadele eder.

Yahya Kemal ve Celile Hanım, 1956 yılında, biri Paris'te biri İstanbul'da olmak üzere, aynı yıl içinde vefat ederler.

Bu hüzünlü aşk hikayesi, Türk edebiyatında önemli bir yere sahiptir. Bu hikaye, aşkın ve toplumsal değerlerin bir arada var olamayacağının bir göstergesidir.