Osmanlı'nın ve İstanbul'un En Ünlü Kabadayıları

Osmanlı ve İstanbul'un en eski, en gözü kara kabadayılarını merak edenler için bu yazıda her birinin ilginç hayatlarını ele aldık.

1. İpsiz Recep (Emice) (1862)

İpsiz Recep (Emice) (1862)
İpsiz Recep

İpsiz Recep'e "İpsiz" lakabının verilmesine dair iki anlatım bulunmaktadır. İlk anlatıma göre, İpsiz Recep, cesareti, gözü pekliği ve ataklığı nedeniyle bu lakabı almıştır. Bu anlatıma göre, İpsiz Recep, haksızlığa uğrayanları her zaman savunmuş, mazlumların yanında yer almıştır. Bu nedenle, çevresindeki insanlar tarafından "ipsiz, sapsız" olarak tanımlanmıştır.

İkinci anlatıma göre ise, İpsiz Recep, elindeki avucundaki ne varsa, olanı da, olmayanı da verdiğinden ve kendisi "cep delik, cepken delik" misali kaldığından bu lakabı almıştır. Bu anlatıma göre, İpsiz Recep, Rize'de yaşayan varlıklı bir ailenin çocuğudur. Ancak, çevresindeki insanlara yardım etmek için elindeki her şeyi vermiştir. Bu nedenle, zamanla elinde avucunda hiçbir şeyi kalmamıştır.

Bu iki anlatımdan hangisinin doğru olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Ancak, İpsiz Recep'in gerçekten de cesur, gözü pek ve yardımsever bir insan olduğu bilinmektedir. Bu nedenle, kendisine "İpsiz" lakabının verilmesi, onun kişiliğini yansıtan bir özellik olarak değerlendirilebilir.

Milli Mücadele'deki başarısıyla Mustafa Kemal Atatürk'ten takdir toplayan İpsiz Recep, yelkenlisiyle Zonguldak üzerinden kömür taşımacılığı yaparken işlerinin bozulmasıyla eşkıyalığa başlamıştır. Bu dönemde, Kandıra civarında Müslüman halka zulmeden Rum çetelerine karşı Kuvâ-yi Milliye saflarında onlara başarıyla karşı koymuştur.

İpsiz Recep, Milli Mücadele'nin ardından Karasu'da yerleşmiş ve burada bir çiftlik kurmuştur. 1928 yılında vefat eden İpsiz Recep, Karasu'da bulunan şehir mezarlığına defnedilmiştir.

2. Solak Ligor (1888)

Solak Ligor (1888)
Solak Ligor

Solak Ligor, 1888 yılında Konya'da doğmuştur. Küçük yaşta ailesi ve hısımları arasında çıkan silahlı çatışmada sağ kolundan yaralanarak sakat kalmıştır. Bu nedenle, babasının terzilik mesleğini yapamamış ve İstanbul'a göç etmiştir.

İstanbul'da, sağ kolunun verdiği eksikliği sol koluyla kapatmak için bıçak kullanmayı öğrenmiştir. Kısa sürede korkunç denecek bir hıza ulaşan Ligor, Balat'ta bir Yahudi tüccarı öldürerek ilk vukuatına imza atmıştır. Bu olaydan sonra, Unkapanı'ndan Eyüp'e kadar olan bölgede tek kabadayı olarak anılmaya başlamıştır.

Ligor, kabadayılık döneminde, haksızlığa uğrayanları savunmuş, mazlumların yanında yer almıştır. Bu nedenle, halk tarafından sevilen ve saygı duyulan bir figürdür.

Ancak, bir hayat kadınıyla olan birlikteliği, Ligor'un sonunu getirmiştir. Bu kadın, Ligor'u hem maddi hem de manevi olarak sömürmüş, sonunda onu kumar batağına sürüklemiştir. Ligor, kumar oynayarak tüm servetini kaybetmiş ve bu nedenle mafya tarafından öldürülmüştür.

Ligor'un ölümünden sonra, İstanbul'un kabadayılık düzeni değişmiştir. Artık, kabadayılar arasında güç mücadelesi başlamış ve bu mücadele sonucunda birçok kabadayı hayatını kaybetmiştir.

Ligor, İstanbul kabadayılık tarihinin önemli bir figürüdür. Onun hikayesi, hem kabadayılığın karanlık yüzünü hem de erdemli bir insanın nasıl kötü yola sürüklenebileceğini gözler önüne sermektedir.

Ligor'un hayatı hakkında şu bilgilere de yer verilebilir:

  • Ligor, kısa boylu ve esmer tenli bir adamdı.
  • Saçlarını ve sakallarını uzatırdı.
  • Bıçağını her zaman yanında taşır ve ona "sevgilim" diye hitap ederdi.
  • Çok iyi bir güreşçiydi.
  • Kumar oynamaya çok düşkündü.

Ligor'un ölümüyle ilgili şu rivayet de bulunmaktadır:

Ligor, bir gün mafya tarafından tuzağa düşürülür ve bir meyhanede öldürülür. Ligor'un öldürülmeden önce söylediği son sözler şöyledir:

"Ben Solak Ligor'um. Bu dünyada kimseye boyun eğmedim. Öleceğimi bilsem de yine de kimseye boyun eğmem."

3. Odesalı Kosti (1895)

Odesalı Kosti (1895)
Odesalı Kosti

Odesalı Kosti, 1885 yılında Yunanistan'da doğmuş, 1921 yılında İstanbul'da öldürülmüştür. Tünel'den Taksim'e kadar olan bölgede haraç toplayan, işgal polislerinin sayesinde paçayı sıyıran, dövmeli, korkusuz bir kabadayıydı.

Kosti, genç yaşta İstanbul'a göç etmiş ve kısa sürede kabadayılar dünyasında adını duyurmuştur. Korkusuzluğu, dövüş yeteneği ve işgal polisleriyle olan bağlantıları sayesinde kısa sürede Tünel'den Taksim'e kadar olan bölgedeki bütün mekanların haracını almaya başlamıştır.

Kosti, bir yandan haraç toplarken bir yandan da kumar oynamaya ve kadınlarla vakit geçirmeye düşkün bir adamdı. Bu nedenle, zamanla başı sık sık derde girmiştir. Ancak, işgal polisleriyle olan bağlantıları sayesinde her seferinde paçayı sıyırmayı başarmıştır.

Kosti'nin en belirgin özelliği, dövmeleriydi. Sağ kolunun iç kısmında eli kamalı bir kız resmi, sol kolunda ise iki çiçek ortasında bir haç ve 'm' harfi bulunan dövmeleri vardı. 'M' harfi, metresi Mari'nin adını simgeliyordu.

Kosti, 1921 yılında, bir meyhanede Laz Hüseyin tarafından öldürülmüştür. Kosti'nin öldürülmesi, İstanbul kabadayılar dünyasında büyük bir yankı uyandırmıştır.

4. Şık Manol (1890)

Şık Manol (1890)
Şık Manol

Şık Manol, 1890 yılında Tokat'ta doğmuştur. Genç yaşta İstanbul'a göç etmiş ve kısa sürede kabadayılar dünyasında adını duyurmuştur.

Şık Manol, diğer kabadayılardan farklı olarak, adam öldürmemiş, kavgalarda ve düellolarda silah kullanmamıştır. Sadece kafasını ve yumruğunu kullanmıştır. Bu nedenle, "adam öldürmemiş tek kabadayı" olarak anılır.

Şık Manol, kabadayılık döneminin en dürüst ve en harbisi olarak kabul edilir. Haksızlıklara karşı savaşmış, mazlumların yanında yer almıştır. Bu nedenle, halk tarafından sevilen ve saygı duyulan bir figürdür.

Şık Manol, 1925 yılında, bir meyhanede çıkan kavgada öldürülmüştür. Ölümü, İstanbul kabadayılar dünyasında büyük bir üzüntü yaratmıştır.

Şık Manol'un hayatı hakkında şu bilgilere de yer verilebilir:

  • Şık Manol, kısa boylu ve esmer tenli bir adamdı.
  • Saçlarını ve sakallarını kısa kestirirdi.
  • Her zaman şık giyinirdi.
  • Çok iyi bir dövüşçüydü.
  • Haksızlıklara karşı savaşmaktan çekinmezdi.

Şık Manol, İstanbul kabadayılık tarihinin önemli bir figürüdür. Onun hikayesi, hem kabadayılığın erdemli yüzünü hem de haksızlıklara karşı mücadeleyi gözler önüne sermektedir.

5. Piç Ardaş (1886)

Piç Ardaş (1886)
Piç Ardaş

Piç Ardaş, 1886 yılında Sivas'ta doğmuştur. Küçük yaşta İstanbul'a gelip Üsküdar'da yaşamaya başlamıştır.

Ardaş, genç yaştayken kavgacı ve hırçın bir çocuk olarak tanınmaya başlamıştır. Bu nedenle, "Piç" lakabıyla anılmaya başlamıştır.

Ardaş, kısa sürede Üsküdar'ın en güçlü kabadayılarından biri haline gelmiştir. Manavcı Ali adında bir başka kabadayı ile olan kavgasında Manavcı Ali'yi öldürerek Üsküdar'ın tek hakimi olmuştur.

Ardaş, çok iyi bir dövüşçüydü ve düelloları en az 1 saat sürüyordu. Bu nedenle, "Düellocu Ardaş" olarak da anılırdı.

Ardaş, sağ elindeki baş ve işaret parmaklarının kesik olmasıyla tanınırdı. Bu parmaklarını, bir kavgada bir başka kabadayıya kestirmişti.

Ardaş, kabadayılık döneminin en sert ve en acımasız kabadayılarından biri olarak kabul edilir. Haksızlıklara karşı savaşmış, mazlumların yanında yer almıştır. Ancak, bu sert tutumu nedeniyle birçok insanın da düşmanlığını kazanmıştır.

Ardaş, 1922 yılında, bir meyhanede çıkan kavgada öldürülmüştür. Ölümü, İstanbul kabadayılar dünyasında büyük bir yankı uyandırmıştır.

Ardaş'ın hayatı hakkında şu bilgilere de yer verilebilir:

  • Ardaş, kısa boylu ve esmer tenli bir adamdı.
  • Saçlarını ve sakallarını kısa kestirirdi.
  • Her zaman şık giyinirdi.
  • Çok iyi bir dövüşçüydü.
  • Haksızlıklara karşı savaşmaktan çekinmezdi.

Ardaş, İstanbul kabadayılık tarihinin önemli bir figürüdür. Onun hikayesi, hem kabadayılığın sert yüzünü hem de haksızlıklara karşı mücadeleyi gözler önüne sermektedir.

6. Arap Hüsnü (1870)

Arap Hüsnü (1870)

Arap Hüsnü, 1870 yılında Trablusgarp'ta doğmuştur. Genç yaşta İstanbul'a göç etmiş ve kısa sürede kabadayılar dünyasında adını duyurmuştur.

Arap Hüsnü, heybetli yapısı, korkutucu görünümü ve acımasızlığıyla tanınırdı. Sağ kulağının kıkırdak kısmının olmaması, sol gözündeki perde ve çenesindeki çukur, ona daha da korkutucu bir görünüm kazandırıyordu.

Arap Hüsnü, Tophane semtinde söz sahibi olan bir kabadayıydı. Bölgedeki külhanları sindirmişti ve herkes ondan çekiniyordu. Salı Pazarı'nda iki kişiyi öldürmüş olmasına rağmen, delil yetersizliğinden yakayı kurtarmıştı.

Polis, Arap Hüsnü'nün peşine düşmüş, ancak onu yakalayamamıştı. Cumhuriyetin ilanından sonra, Arap Hüsnü'nün de defteri dürüldü. Hükümetin 28 Mayıs tarihli kararıyla sınır dışı edildi.

Arap Hüsnü, İstanbul kabadayılık tarihinin en acımasız ve korkutucu kabadayılarından biri olarak kabul edilir. Onun hikayesi, kabadayılığın karanlık yüzünü gözler önüne sermektedir.

Arap Hüsnü'nün hayatı hakkında şu bilgilere de yer verilebilir:

  • Arap Hüsnü, iri yarı ve heybetli bir adamdı.
  • Saçları ve sakallarını uzun kestirirdi.
  • Her zaman siyah takım elbise giyerdi.
  • Çok iyi bir dövüşçüydü.
  • Acımasız ve gaddar bir adamdı.

Arap Hüsnü, İstanbul kabadayılık tarihinin önemli bir figürüdür. Onun hikayesi, hem kabadayılığın karanlık yüzünü hem de dönemin toplumsal koşullarını gözler önüne sermektedir.

7. Baltalı Hano

Baltalı Hano
Baltalı Hano

Baltalı Hano, İstanbul'un kenar mahallelerinden birinde yaşayan Hanzade, bir kabadayının sevgilisiydi. Bir gün oğlu 12 yaşındaki oğlu kaybolunca, kabadayı sevgilisinden yardım istedi. Ancak sevgili, Hanzade'yi oğlunu aramaktan vazgeçirdi. Hanzade, oğlunu bulmak için kendi başına bir plan yaptı. Erkek kılığına girerek sevgilisini takip etmeye başladı.

Bir gece, sevgilisi haraç toplamak için bir hamamda olduğunu fark etti. Hamama gizlice girdi ve oğlunu bir hamam oğlanı olarak gördü. Öfke ve çaresizlikle hamamda bulunan baltayı kaptı ve sevgilisi dahil 21 kişiyi öldürdü.

Oğlunu kanlar içinde kucaklayarak mahallesine döndü. Hanzade, oğlunu korumak için artık kimseden korkmayacaktı. 17 ay boyunca mahalledeki herkesi korkutarak geçirdi. Ancak bir gün yakalandı ve haraç ve adam öldürmek suçlarından kurşuna dizilerek öldürüldü.

8. Abdullah Palaz (1923)

Abdullah Palaz (1923)
Abdullah Palaz

Abdullah Palaz'ın yaşam öyküsü şöyle özetlenebilir: "Dört kez idam cezasına çarptırıldım, toplamda 740 yıl hapis cezası aldım. 48 yıl boyunca 38 farklı cezaevinde kaldım. Ben Abdullah Dayı, ama bir baba değilim."

Ünlü "Antep Canavarı" lakaplı Abdullah Palaz, Konya Cezaevi'ne adım attığında 15 kişinin katili olarak biliniyordu. Yeni mahkumların hoş karşılanmadığını düşünerek, Antep'ten olan 7 arkadaşıyla bir plan yaparak geceleyin diğer mahkumların odasına baskın düzenledi. Gardiyanlardan temin ettikleri bıçaklarla saldırdılar, ancak öldürme niyetinde değillerdi; sadece ciddi yaralanmalara neden oldular, böylece Konya'daki ilk suçlarını işlediler.

Ardından, Afyon Cezaevi'ne sürgün edildiler. Burada da gözdağı vermek amacıyla bir odayı basmaya karar verdiler, ancak bu sefer farklı bir sonuçla karşılaştılar. Kontrolü kaybedip bir kişinin ölümüne sebep oldular. Bir gece zincirle bağlı tutulduktan sonra, sıra Bursa'ya sürgüne geldi.

1991 yılında Şartlı Salıverme Yasası ile serbest bırakılan Abdullah Palaz, dokuz ay sonra yaşamını yitirdiğinde, bilincinde tek şiir olan Nazım Hikmet'in eserini hatırlıyordu.

9. Hiristo Anastadiyadis (1898)

Hiristo Anastadiyadis (1898)
Hiristo Anastadiyadis

Hrisantos, 1889 yılında İstanbul'da, Rum bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Küçük yaşlardan itibaren suça karışmaya başladı. Ağabeyi Koço ile birlikte tramvaylarda yolcuların para çantalarını kaparak ve annesinin işlettiği geneleve gelen erkeklerin paralarını çalarak geçimini sağlıyordu.

Hrisantos, yaşı ilerledikçe daha büyük suçlara yöneldi. Karmanyolacılığa başladı. Bu, şehir içinde ıssız bir yerde, yoldan geçenleri ölümle tehdit ederek soymak anlamına geliyordu. Hrisantos'un çetesi, İstanbul'un sokaklarında korku salıyor, insanlar onlardan korkarak evlerinden dışarı çıkamaz hale geliyordu.

Hrisantos, ayrıca dönemin ünlü haydutlarından oluşan bir çete kurdu. Bu çete, banka soygunları, gasp ve adam kaçırma gibi birçok suça imza attı. Hrisantos'un çetesi, İstanbul'un işgal yıllarında şehrin en korkulan suç örgütü haline geldi.

Hrisantos, 1920 yılında, bir polis baskınında öldürüldü. Ölümü, İstanbul'da büyük bir yankı uyandırdı. Ancak, Hrisantos'un suçları, yıllarca hafızalara kazınacaktı.

10. Dündar Kılıç (1935)

Dündar Kılıç (1935)
Dündar Kılıç

Dündar Kılıç, "Hata yapmam, özür dilemem" sloganıyla akıllara kazınan, İstanbul'un yeraltı dünyasının en efsanevi kabadayılarından biridir.

1935 yılında Trabzon'da doğdu. Genç yaşta İstanbul'a göç etti ve burada kabadayılık dünyasına adım attı.

Kısa sürede, kabadayılık dünyasının en önemli isimlerinden biri haline geldi. Sayısız yaralama, silah taşıma ve uyuşturucu kaçakçılığı suçlarından en az 38 kez hapse girdi.

Generallerle tutuklandığı da oldu, aynı generallerle yasa dışı iş yaptığı da iddia edildi. Günlerce süren işkencelerden de geçti.

Kılıç, kabadayılığı hapiste Oflu'lardan öğrenmişti. Oflu kabadayılar, dürüstlük, mertlik ve cesaret gibi değerlerin ön planda olduğu bir kabadayılık anlayışına sahipti. Kılıç da bu anlayışı benimsemiş ve hayatını bu değerlere göre yaşamıştı.

Kılıç, yeraltı dünyasında saygı duyulan bir figürdü. Onun sözüne herkes itibar ederdi.

1999 yılında, bir suikast sonucu öldürüldü. Ölümü, İstanbul'un yeraltı dünyasında büyük bir yankı uyandırdı.

11. İdris Özbir (Kürt İdris) (1937)

İdris Özbir (Kürt İdris) (1937)
İdris Özbir (Kürt İdris)

Kürt İdris, 1937 yılında Kars'ın Susuz ilçesinde doğdu. Küçük yaşlarda İstanbul'a göç etti ve burada yeraltı dünyasında kendine bir yer edindi.

70'li yıllarda kumar, dolandırıcılık, bıçakla ve tabanca ile adam yaralama gibi suçlarla adını duyuran Kürt İdris, kısa sürede yeraltı dünyasının söz sahibi isimlerinden biri haline geldi.

Kürt İdris, suç örgütü yöneticiliği yapmak, silahla tehdit, zorla senet imzalatmak, zorla para almak, Ateşli Silahlar Kanunu'na muhalefet ve arazi mafyacılığı gibi suçlardan yargılandı. Ancak, hiçbir zaman kesinleşmiş bir ceza alamadı.

Kürt İdris, yeraltı dünyasında dürüstlüğü ve mertliği ile tanınırdı. Onun sözüne herkes itibar ederdi.

2002 yılında, karaciğer kanserine yenik düşerek hayatını kaybetti. Ölümü, yeraltı dünyasında büyük bir yankı uyandırdı.

12. Çilli Burhan (1960'lar)

Çilli Burhan (1960'lar)
Çilli Burhan

Türkiye'de babalık kavramı, 1960'lı yıllarda Dündar Kılıç, Çilli Burhan, Oflu Osman ve Hüseyin Heybetli gibi kabadayılar tarafından sahneye konulmaya başlandı.

Bu dönemden önce kabadayılar, saygılı, oturaklı, izzeti ve şerefine dokunulmadığında kimseye zarar vermeyen ve mahallenin otoritesi olarak kabul edilen kişilerdi. Ancak 1960'lı yıllardan itibaren, kabadayılık kavramında bir değişim yaşandı. Kabadayılar artık daha otoriter, daha baskın ve daha şiddet yanlısı hale geldiler.

Bu değişimin en önemli nedeni, 1960'lı yıllarda Türkiye'nin yaşadığı ekonomik ve sosyal değişimlerdi. Bu dönemde, Türkiye'de hızlı bir kentleşme ve sanayileşme yaşandı. Bu değişim, toplumda yeni bir güç dengesinin oluşmasına neden oldu. Bu güç dengesinde, kabadayılar önemli bir rol oynamaya başladılar.

1960'lı yıllarda İstanbul'da mafya denince akla ilk olarak Oflular denilen Karadenizli gruplar geliyordu. Bu gruplar, kabadayılığın yeni anlayışının en önemli temsilcileriydi. Oflu Hasan, bu grupların en önemli isimlerinden biriydi. "Babaların babası" olarak bilinen Oflu Hasan, gençliğinde Galata'da Araplar ve Lazlar arasındaki çete savaşlarında Lazlara liderlik yapmıştı. Bu savaşlarda gösterdiği cesaret ve liderlik sayesinde, efsanevi bir isim haline gelmişti.

Oflu Hasan'ın ardından, 1970'li ve 1980'li yıllarda, Türkiye'de babalık kavramı daha da yaygınlaştı. Bu dönemde, Sedat Peker, Alaattin Çakıcı, Kürt İdris gibi isimler, babalık kavramının en önemli temsilcileri haline geldiler.

Babalık kavramı, Türkiye'de hala önemli bir yere sahiptir. Ancak, bu kavramın içeriği, 1960'lı yıllardan bu yana önemli ölçüde değişmiştir.

13. Kürt Cemali (1950'ler)

Kürt Cemali (1950'ler)
Kürt Cemali

Asıl adı Cemali Coşar olan Kürt Cemali, 1950'li ve 60'lı yılların Ankara'sının en belalı kabadayılarından biriydi. Kabadayı Mehmet ise dönemin diğer ünlü kabadayılarından biriydi. 1953 yılında, yakın arkadaşı Sarı Veli'yi bir alacak verecek meselesi yüzünden öldürmekten dolayı 15 yıl hapis cezasına mahkum olmuştu.

Kürt Cemali ve Kabadayı Mehmet, kumar oynatılan bölgelerin paylaşılamaması nedeniyle sık sık takışıyorlardı. Bu takışmalar, 1 Nisan 1962 gecesi Hergele Meydanı'ndaki bir kulüpte çıkan çatışmayla sonuçlandı. Çatışma sonucunda Kürt Cemali, Kabadayı Mehmet tarafından vurularak öldürüldü.

Bu olay, Ankara'nın yeraltı dünyasında büyük bir yankı uyandırdı. Kürt Cemali, Ankara'nın sevilen ve saygı duyulan kabadayılarından biriydi. Ölümü, birçok kişi tarafından üzüntüyle karşılandı.

Bir rivayete göre, Kürt Cemali'yi vuran kişi Dündar Kılıç'tı. Dündar Kılıç, o dönemde Ankara'da yükselmekte olan bir kabadayıydı. Kürt Cemali ve Kabadayı Mehmet arasındaki çatışmada, Dündar Kılıç'ın Kabadayı Mehmet'in tarafını tuttuğu söyleniyordu.

Ancak, bu rivayetin doğru olup olmadığı kesin olarak bilinmiyor. Kürt Cemali'nin ölümüyle ilgili soruşturma sonucunda, Kabadayı Mehmet tutuklandı ve yargılandı. Mehmet, Kürt Cemali'yi öldürmekten suçlu bulundu ve müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Ancak, 1972 yılında afla serbest bırakıldı.

Kürt Cemali ve Kabadayı Mehmet'in ölümü, Ankara'nın yeraltı dünyasında bir dönüm noktası oldu. Bu olay, kabadayılar arasındaki çatışmaların daha da şiddetlenmesine neden oldu.